16 Aralık 2014 Salı

YİTİK ARİSTOTELES

İlk kısım yazılar, "dışrak yapıtlar" olarak adlandırılırlar. Dışrak, yani ἐξοτερικά terimini Aritoteles kendisi Lykeion'dan daha geniş bir okuyucu kitlesine yönelik eserleri için kullanıyor. Bu yapıtlar, diğer birçok Eskiçağ metni gibi Milât'ı izleyen ilk asırlarda yitirilmiştir. Gerçi bu yapıtların en azından başlıklarını, Aristoteles'in yapıtlarının adlarını mahfuz listelerden biliyor, ardından gelen yazarların kaleme aldıkları taklit yapıtlardan ve yaptıkları alıntılardan da içerikleri hakkında muğlak da olsa bir fikir edinebiliyoruz.
Bu yapıtlar, yazınsal biçimleri itibariyle, Platon'unkilerle mukayese edilebilir nitelikteler ve aralarından birçoğunun diyalog biçemleri takip edilerek yazılmış olduklarını düşünmemize yol açacak nedenler var. Cicero, Aristoteles'in stilinin "pürüzsüzlüğü"nü övüp yazısının akışını "altın bir ırmak"a benzetirken (Topikler I, 3; Acad., II, 38, 119) hiç kuşkusuz bu yapıtlara göndermede bulunuyordu. Ne var ki bir asırdır belli bir ölçüde yeniden oluşturulmaya çalışılan içeriği felsefe tarihçileri için sorun teşkil etmeye devam ediyor. Bunun en temel nedeni, "Yitik Aristoteles" külliyatının, korunan metinlerden anladığımız Aristotelesçilik'le yakından uzaktan bir ilgisi olmaması; büyük ölçüde Platoncu temaları geliştiriyor, hatta bazen de ustasının çalışmalarıyla aynı doğrultuda kalmak kaydıyla daha öteye giden savlar sunuyor (Bu çizgide, örneğin Evdemos ya da Ruh Üzerinediyalogunda, ruhla beden arasındaki bağları doğa karşıtı bir birliktelik olarak nitelendirip, Tyrrhen korsanlarının tutsaklarına diri diri bir cesede bağlayarak yaptıkları işkenceye benzetiyor). Aristoteles'in yayıma yönelik olmayan eserlerinde eski Platoncu dostlarını eleştirdiğini fark ettiğimizde, acaba iki ayrı hakikat mi güttüğü sorunu depreşmeye başlıyor: bir büyük kitlelere yönelik "dışrak" (eksoterik) hakikat rejimi, bir de Lykeionlu öğrencilere münhansır "içrek" (esoterik) bir rejim. Ancak bugün yaygın kanı olarak bu yapıtların bir yerde Aristoteles'in hâlen Akademeia'ya mensup, yani Platon etkisi altında olduğu döneme ait gençlik yazıları olduğu da düşünülüyor. Hatta bu fragmanlar örneğin Jaeger gibi genetik Aristoteles okumaları yapan yorumcular için Aristoteles'in düşüncesinin evrimleşmesinin ilk noktasını tayin etmeğe kullanılmıştır.
Bu yitik yapıtların başta gelenleri şunlardır: Evdemos ya da Ruh Üstüne (Platon'un Phaidon'unun izinde), Felsefe Üzerine (Metafizik'in kimi temalarının ayırdına varabildiğiimiz bir tür tutum ibrazı yazısı), Protreptik (felsefî hayata teşvik), Gryllos ya da Retorik Üzerine (Isokrates'e karşı), Adalet Üzerine (Politika 'nın bazı temaları burada kendilerini belli ediyorlar), Asalet Üzerine, bir Şölen, vb.

15 Aralık 2014 Pazartesi

DİN FELSEFESİ

Din Felsefesi dinin kendiliğinden varoluşsal hareketi için bir tür rasyonel bir meşrulaştırma sağlar. KutsallıkTanrıkurtuluşibâdetkurbanduavahiyayin ve sembol gibi dinler tarihinin temel konularını analiz eden din felsefesi; dinin, dini tecrübenin ve onun ifadesinin doğasını belirler. Din felsefesi dini konu edinen, dinin insanın var oluşunun kaynağı, insanın doğasının ve kaderinin kaynağı ve değerleri ile ilgili sorunları ele alarak sorgulayan felsefe disiplinidir.
Din felsefesi yapmak, dinin temel iddiaları hakkında rasyonel (akılcı), objektif (nesnel), kapsamlı ve tutarlı bir biçimde düşünmek ve konuşmaktır. Dini ele alan tek disiplin din felsefesi değildir. Teoloji (tanrıbilim, ilâhiyat) de aynen din felsefesi gibi dini ve Tanrı'yı konu alır. Ama bunu yaparken belirli bir dinin kutsal kitabınapeygamberlerine ve dinâlimlerinin görüşlerine sadık kalarak bunları esas alır. Ama din felsefesinde böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır.
Teolojinin en önemli amacı belirli bir dini temellendirmek, açıklamak ve o dinin inananlarının inançlarını güçlendirmeye çalışmaktır. Bundan dolayı her dinin teolojisi olabilir. Yahudi teolojisiHıristiyan teolojisiİslam Teolojisi vb.

Din felsefesinin temel kavramları

Din felsefesinin temel soruları

a) Tanrı'nın varlığı sorusu

Tanrı var mıdır, yok mudur? Onun varlığını ya da yokluğunu gösteren bir takım kanıtlar gösterilebilir mi?

b) Tanrı'nın temel niteliklerinin tanımlanması sorusu

Tanrının evrene aşkın ya da içkin olduğuna ilişkin yaklaşımlar görülür. Tanrı’nın ebedi ve ezeli oluşu, her şeye gücünün yetmesi, yaratılmamış olması, her şeyi bilmesi gibi nitelikleri üzerinde durulur.

c) Evrenin yaratılıp yaratılmadığı sorusu

Evren yaratılmış bir varlık mıdır? Yoksa yaratılmamış (ezeli ve ebedi) bir varlık mıdır?

d) Vahiy imkânı sorusu

Tanrı vahiyle insana bir takım bilgiler verebilir mi?

e) Ruhun ölümsüzlüğü sorusu

Ölüm bir son mudur? Yoksa ölümden sonra bir hayat var mıdır? Sorularına cevap aranır.

Tanrı'nın varlığına ilişkin farklı yaklaşımlar

1) Tanrı'nın varlığını kabul edenler

a) Teizm
Bütün varlıkların yaratıcısı olan bir Tanrı'nın var olduğuna inanmaktır. Bu yaklaşıma göre Tanrıevren ve canlılar ile sürekli ilişki içerisindedir. Teizm'e göre Tanrı vardır ve Tanrı'nın insanları doğru yola sokmak için insanlığa göndermiş olduğu peygamberler ve dinler vardır. Teizm dar anlamda tek bir Tanrı'ya inanmak anlamına gelen monoteizmeeşitlenir. Monoteizm tek bir Tanrı'ya inanmak, Politeizm ise birden fazla Tanrı'ya inanma anlayışıdır. Tanrı'nın varlığını kabul eden diğer inanışlar DeizmPanteizm ve Pan-enteizm'dir. Teizm'i bu inançlardan ayıran nokta, tanrının insanlara din gönderdiğine inanılmasıdır. Bu sebeple Teizm'de Tanrı dışında, peygamberkutsal kitapvahiymelekcin,şeytanibâdetsevapgünâhkıyametahiretcennetcehennem ve kader gibi kavramların hepsi yer alır.
Teist düşünürler Tanrı'nın var oluşunu akıl yoluyla açıklamak ve temellendirmek için bazı kanıtlar geliştirmişlerdir. Bu kanıtların başlıcaları:
Ontolojik Kanıt: Bu kanıtın temelinde Tanrı “kendisinden daha mükemmeli tasarlanamayan” varlıktır, düşüncesi vardır. Bu kanıt Tanrı'nın var oluşunun en yüksek varlık olarak tanrı tanımından zorunlu olarak çıktığını kabul eder.
Kozmolojik Kanıt: Kozmolojik kanıt evrenin varlığından Tanrı'nın varlığına gitmeye çalışan kanıttır. Bu kanıtın temelinde nedensellik ilkesi yatar. Kendisinin nedeni olmayan varlık tanrıdır. Nedenler zincirini başlatan varlıktır.
Düzen ve Amaç Kanıtı: Bu kanıt doğal dünyaya baktığımızda her şeyin kendi işlevini yerine getirecek şekilde en ince ayrıntısına kadar düzenlenmiş ve ayarlanmış olduğunu göreceğimizi belirtir. Buda düzenleyen tanrının varlığının kanıtıdır.
b) Deizm
Deizm iki temel ilkeye dayanır. Tanrı vardır, ama evrene hiçbir müdahalesi olmayan bir varlıktır. İnsan akla ve bilme güvenmelidir. İnsan evreni akıl ve bilimin ilkelerine göre açıklayabilir. Bu sebeple Deizm'de Tanrı dışında teizm'de yer alan dinsel kavramların hiçbiri yer almaz. Aristotales, J. Lock, Newton, J.J. Russo, Voltaire önemli temsilcileridir.
c) Panteizm
Tanrı-Evren ikiliğini reddeder, Tanrı'nın her şeyi içerdiğini dolayısıyla doğanın ve insanın bağımsız varlıklar olmadığını öne süren bir yaklaşımdır. Panteizm'e göre Tanrı ve evren bir bütündür. Spinoza, G. Bruno temsilcileridir.
d) Pan-enteizm
Panteizm'de olduğu gibi evrenin kendisinin Tanrı olduğunu, panteizmden farklı olarak ilk devindirici olan tanrının evren ve tüm varlıkları özünden yarattığı ve evrene aşkın, evrenin bilincinde mutlak ve değişmez bir varlık olarak egemen olduğu inancıdır. Panteizmde her şey Tanrı'dır. Panenteizmde ise, her şey Tanrı'dan sudur etmiştir (oluşmuştur). Ruhun tek amacı, oluştuğu Tanrı'ya dönmektir. Bunun da yolu tek evrensel yasa olan evrim/tekamül'den geçmektir.

2) Tanrı'nın varlığını kabul etmeyenler

Ateizm (Tanrıtanımazlık): Tanrı'nın varlığını reddedenlerin görüşleri ateizm kavramı ile açıklanır. Ateistler tanrının varlığını reddederken şu kanıtları kullanırlar:
Kötülük Kanıtı: Tanrı olsaydı kötülük olmazdı. Evrende bir kötülük mevcutsa tanrının varlığından söz edilemez.
Madde Kanıtı: Madde olduğuna göre maddi olmayan bir tanrını varlığından söz edilemez.
Toplum Kanıtı: Hayata düzen veren tanrı değil toplumun kendisidir şeklindeki düşünceyi kabul ederek tanrıyı ret eden anlayıştır.

3) Tanrı'nın varlığının veya yokluğunun bilinemeyeceğini öne sürenler

Agnostisizm (Bilinemezcilik): Bizim tanrıya ilişkin bir bilgiye sahip olamayacağımızı, dolayısıyla var olduğunun da var olmadığının da kanıtlanamayacağını savunan öğretinin adıdır.

13 Aralık 2014 Cumartesi

DEVLET


Devlet : Sokrates'in sağlıklı ve mutlu bir toplum hayatı için düşündüğü devlet modelini anlatır. Günümüzdeki devlet felsefesi üzerinde temel kaynaklardan biri olması açısından önemlidir. Aynı zamanda mutluluk felsefesi üzerine yazılmış bir metindir. Eser Platon tarafından yazılmıştır. Fakat eserde Platon'un hocası olan Socrates'in konuşmaları yer almaktadır.
Platon, "Devlet" adlı eserinde ideal devletin nasıl olacağını belirtmiştir. Bu devlette insanlar üç sınıfa bölünmüştür; Çalışanlar (işçiler,çiftçilerzanaatkarlar), bekçiler (askerler) ve yöneticiler. İşçi sınıfı çalışıp üretimde bulunarak devletin maddi ihtiyaçlarını karşılar. Bekçiler sınıfı toplum içinde güvenliği ve dışarıya karşı devletin varlığını savunur. Yöneticiler sınıfı ise devleti yönetir.
Bu toplumda her sınıfın bir erdemi vardır. İşçi sınıfının erdemi kanaatkâr olmak, bekçi sınıfının erdemi cesaret, yöneticilerin erdemi ise bilgeliktir.Ayrıca bu toplumda Kadın-Erkek eşitliği mevcuttur.
Platon’un açtığı bu ütopik devlet anlayışı yolu, gelecekte hem doğu hem de batı felsefelerinde temsilciler bulmuştur. Doğu felsefesinde böyle ütopik bir devlet anlayışını Fârâbî’de görmekteyiz.  
Kitap Kahramanları;
Sokrates,Cephalus,Thrascymachus,Glaukon,Adeimantus,Polemarchus,Cleitophon,Charmantides,Lysias,Euthydemus,Niceratus

 

8 Aralık 2014 Pazartesi

DİONYSOS ŞENLİKLERİ

Dionysus veya Dionysos (Yunanca: Διώνυσος veya Διόνυσος; hem Roma ve Yunan mitolojisinde Bacchus olarak da bilinir) Bazı mitolojik eserlerde ve ozellikle tragedyalarda BromiosEuhiosDithyrambosİakkhosİobakkhosolarak da adlandırılır. Çal'lı şarap tanrısı. Şarabın sadece sarhoş ediciliğini değil, sosyal ve faydalı etkilerini de temsil eder. Medeniyetin destekçisi ve barış aşığıdır.
On iki Olympos tanrısından biri olan Dionysos, Zeus ile Semele’nin oğludur. Doğuş efsanesi şöyle anlatılır: Zeus Semele’ye aşık olur, ama karısı Hera onu kıskanır. Hera yaşlı bir kadın kılığına girer ve Semele’ye Zeus’un ona güçlerini göstermesini söylemesini söyler. Zeus bütün parlaklığıyla gücünü gösterirken Semele yanar ve karnındaki yedi aylık bebeğini düşürür. Zeus bu sırada mucizevi olarak orada biten sık yapraklı bir sarmaşığın yanmaktan koruduğu Dionysos'u kurtarır ve baldırında saklar. Daha sonra Tanrı Dionysos Zeus’un baldırından doğar. Fakat bu sefer de Ama Hera, Kuretalar'a rüşvet vererek çocuğa eğlenmesi için oyuncaklar verir, ustaca yapılmış bir ayna çocuğu bir çalılığın içine çeker ve Hera'nın emri üzerine Titanlar, Dionysos'u kaçırıp küçük parçalara böler ve bir kazanda pişirirler. Ancak çocuğun büyükannesi Rhea torununa acır ve Athena'nın yardımıyla onu kurtarır ve parçalarını birleştirir. Bundan sonra Dionysos( İki kere doğan) Hera'dan saklamak için çocuk önce kız gibi giydirilir, sonra Semele'nin kızı kardeşi İno ve eşi Athamas'a yollanır. Ama bunu fark eden Hera ise İno'yu delirtir ve İno da oğlunu bir kaynar su kazanına atıp öldürürken kocasını da bir geyik zannedip vurur. Zeus ise Dionysos'u kıskanç Hera'nın elinden zor kurtarır ve onu bir keçiye dönüştürerek Nysa dağındaki nemflerin arasına yollar. Daha sonra genç Dionysos, Nysa Dağı'nda şarabı icat eder. Sonra, nemflerden ve satirlerden oluşan alayı ile dünyayı dolaşmaya başlar. Apollodoros'a göre Şarap Tanrısı Mısır'a gittiğinde delilikten hala kurtulamamıştır. Frigya'ya vardığında Rhea tarafından iyileştirilir. Daha sonra Trakya'ya geçer. Kral Lykorgas, üzüm ve şarap düşmanıdır. Dionysos'un bütün alayını tutuklar. Dionysos'un kendisi ise, deniz dibinde Thetis'in yanına zor sığınır. Ama kutsal öç gecikmez ve Kral Lykorgas delirir. Asma ağacı sanarak oğluna saldırır ve onun bacaklarını yok ettikten sonra kendisine gelir. Şarap Tanrısı Dionysos Adalar'a geçer. Bu yolculukla ilgili şu efsane anlatılır: Dionysos, kayalık bir adanın sahilindeyken korsanlarca yakalanır ve bir köle olarak satılmak üzere Mısır ya da Kıbrıs'a götürülmek istenir. Ama Dionysos'u her bağlayışlarında, üstündeki iplerin kendiliğinden düşmesi dümencinin dikkatini çeker; bu gencin bir Tanrı olabileceğini düşünerek onu salıvermeleri için arkadaşlarını uyarır. Ne var ki dümenciyi kimse dikkate almaz. Bu sırada bütün gemi şarap terler, yelken ve direkleri asma dalları, üzüm salkımları kaplamaya başlar. Tutsak genç ise kaptanın üstüne atlayarak kükreyen bir aslana dönüşür. Bunu gören korsanlar korkudan denize atlarlar ve atlamalarıyla yunus balığına dönüşürler. Bu felaketten sadece dümenci kurtulur. Naksos adasına gittiği zaman ise Theseus’un bırakıp gittiği Ariadne’yi bulur. Apollodoros, Dionysos’un, Minos’un kızı güzel Ariadne’yi Lemnos adasına götürdüğünü, ondan üç veya dört çocuğu olduğunu söyler. Ariadne, sonunda, Zeus’tan ölümsüzlük armağanını elde eder ve Şarap tanrısının sürekli eşi haline gelir.Bekilli yöresinde yaşamıştır. Helen pantheonuna aykırı düşen bir tanrıdır. Bütün efsaneleri bir tek motif üstüne kuruludur: tepki ve direnç.
Dionysos ve nemfler, John Reinhard Weguelin
Sembolü olan asma ağacı gibi ölüp yeniden doğar, haz ve acı arasında iki uçta gider gelir. Bu yüzden psikiyatride manik depresif duygu durumunu temsil eder.
Genel olarak Zeus ile Semele'nin oğlu olarak geçse de, bazı kaynaklarda Zeus ile Persephone'nin oğlu olarak gösterilir.
Dionysos kültünün, hıristiyanlık dinini de doğrudan etkilediği iddia edilmektedir.
Dionysos bağ bozumu tanrısı olarak da bilinir. Onun adına düzenlenen bağ bozumu şenliklerinde tiyatronun temeli atılmıştır. Bu şenliklerde bir koro bulunmaktaydı; daha sonraları koronun önüne bir oyuncu, daha sonra ikinci bir oyuncu geçmiş, böylece tiyatronun temelleri atılmıştır.

4 Aralık 2014 Perşembe

NAZARİYAT DERGİSİ

Nazariyât dergisinin ilk sayısı çıktı

İslâm felsefe ve bilim tarihi araştırmaları dergisi Nazariyat, 6 ayda bir Türkçe ve İngilizce yayınlanacak.

İlk sayısı yayımlanan dergi, Türkiye’de bugüne kadar yapılagelenin tam tersini yapmayı hedefliyor. İslam felsefe ve bilim tarihini sadece Batı dillerindeki kaynaklardan anlamaya çalışan okurun, artık tercümenin tercümesine veya yorumun yorumuna mahkum olmaktan kurtulması amaçlanıyor. Okurlar öncü bilim adamlarının eserlerine Türkçe ulaşabilecek.

2 Aralık 2014 Salı

AHMET CEVİZCİ VEFAT ETTİ




Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Cevizci'nin odasında geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdiği bildirildi.
Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Cevizci, vefat etti. 
UÜ Rektörlüğü'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, akşam saatlerinde fakültedeki odasında kalp krizi geçiren Cevizci, müdahaleye rağmen kurtarılamadı. 
AHMET CEVİZCİ
1959 yılında Bursa'da doğan Cevizci, ilk ve orta öğretimini Bursa'da tamamladı.
Cevizci, 1978-1982 yıllarında Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü'nde lisans eğitimini yaptı ve daha sonra Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı'nda, "Sokratik Diyaloglarda Yöntem" (1984)  başlıklı tezi ile yüksek lisans, "Platon'un Bilgi Kuramı" (1992) başlıklı tezi ile de "doktora" derecesini aldı.
Prof. Cevizci, Fransız Hükümet'inden kazandığı burs ile 1989-1991 yılları arasında Sorbonne Üniversitesinde doktora düzeyinde araştırmalarda da bulundu.
İlkçağ felsefesi, etik, metafizik, genel felsefe tarihi alanlarında çalışan Prof. Dr. Cevizci’nin yayınlanmış pek çok kitabı ve makalesi bulunuyor.

1 Aralık 2014 Pazartesi

FELSEFE TARİHİ

Felsefe Tarihifelsefenin mantıkepistemolojiontolojietikestetik gibi alt bölümlerinden birisidir. Genel olarak felsefe derslerinin başlangıcında verilir. Bunun temel nedeni, felsefe tarihinin içeriğiyle ilintilidir. Felsefe tarihi, felsefenin ne olduğunun tanımlanmasından, çeşitli felsefe ögretilerinin tarihsel yerlerinin ve öğretisel ayrımlarının belirlenmesine, ve bu öğretilerin felsefenin alt bölümleri açısından değerlendirilip ortaya konulmasına kadar çok yönlü ve çok boyutlu bir içeriğe sahiptir. Felsefe tarihi bu anlamda sadece bir mevcut felsefelerin ansiklopedik bir araya getirilmesi meselesi değildir; felsefenin ne olduğunun tanımlanmasından neyin felsefe-içi neyin felsefe-dışı sayılacağına değin bir dizi kuramsal/felsefi sorunla yüzyüzedir. Bu anlamda, felsefenin bir altbölümü olarak felsefe tarihi, hem felsefi çalışmanın başlangıcı hem de en önemli alanıdır. Genelde felsefe tarihi kitapları, bu bakımdan öğretilerin ve bunların felsefi sorunları çözme denemelerinin art arda etkileşimlerle gelişen tarihini ele alır. Bu tarihin hazırlanmasında hem düşünürlerin metinleri hem de bu metinlerin tarihsel toplumsal koşulları içbağlantıları açısından değerlendirilir, öğretilerin birbirine etkileri ve karşıtlıkları, benzerlikleri ve ayrımları serimlenir. Dolayısıyla, genel anlamda felsefe tarihinin varlıkbilgi ve değerlerle ilgili soruları ve sorunları belirli özgül yöntemlerle değerlendiren ya da inceleyen ve bu incelemeyi sonuçları bakımından da sistemaktikleştirmeye yönelik çalışan bütün düşünce girişimlerini ortaya koymayı hedeflediği söylenebilir.

30 Kasım 2014 Pazar

DİL FELSEFESİ



Dil felsefesi, dil ile felsefe arasındaki ilişki temelde felsefecilerin dili kullanarak felsefe yapmalarından kaynaklanmaktadır. Özelde ise, dil felsefesi başlığı altında dilin özü, anlamı, kökeni ve yapısı felsefî açıdan sorgulanmaktadır.


Bir araştırma konusu olarak, analitik filozoflar, dil felsefesinin dört temel merkezi sorunu olduğunu varsayar: anlamın doğası, dil kullanımı, dil bilişselliği, dil ve gerçek arasındaki ilişki. Avrupa Anakarası filozofları için dil felsefesi, aynı zamanda mantık, tarih ve siyasetin bir parçasıdır.Yüz yıllık bir geçmişi vardır ama dil eski çağlardan beri filozofların ilgisinin çeken bir konu olmuştur. Yunan dünyasaında adlarla adlandırılan nesneler arasındaki ilişki önemli tartışma konularında biridir(1). Felsefe tarihinin dille ilgili en eski tartışması olan bu tartışmada bir taraf, bu ikisi arasındaki ilişkinin doğal olduğunu, adların adlandırdıkları şeylerin özünü yansıttıklarını, bunu da adlandırdıkları şeyleri sesler aracılığıyla taklit ederek yaptıklarını ileri sürer. Felsefe tarihinde Pythagoras'a kadar geri götürülen bu doğalcı görüşe karşılık, Demokristos'a kadar götürülen karşı görüş uylaşımcılık, bu ilişkinin uylaşımsal olduğunu, adların nesnelere rastgele verdiklerini ileri sürer. Platon'un Kratylos(2) diyaloğunda ayrıntılı bir biçimde işlediği bu tartışmanın arkasında, aslında, Eskiçağlardan bugüne sürekli sorulan bir soru vardır: Dil ile dünya arasındaki ilişki nedir? Aristoteles ileOrtaçağ filozoflarının düşünmenin yapısını, Aydınlanma dönemi filozoflarının bilginin kaynağını ve bilme yetisinin sınırlarını araştırırken değişik biçimlerde sordukları soru bundan başka bir soru değildir aslında(3).


Ne var ki, Eskiçağdan 20. yüzyılın başlarına dek, Frege ile Russell'ınkiler içinde olmak üzere, yapılan bütün araştırmalar, doğrudan doğruya dilin yapısını anlamak için yapılmış araştırmalar değildir. Dolayısıyla onları dil felsefesi araştırmaları görmek yanlış olur. Doğrudan doğruya dilin kendisinin bir sorun olarak görülmesi Gottlob Frege ile Russel'ın çalışmalarının, felsefenin dili konu edinen ayrı bir alanı olarak dil felfesinin doğuşu ise Ludwig Wittgenstein'ın ilk dönem çalışmalarının bir sonucudur.


Dil felfesinin yüz yıllık kısa tarihinde yanıtı aranan iki ana soru vardır. Bu iki ana soru filozofların dil felsefesi tarihi içinde ele aldıkları iki ana soru olma ötesinde, dil felsfesinin iki ana sorusudur. Bryran Magee'nin bakışıyla(4), dil kullanıldığında karşımıza çıkan iki uçtan, yani üzerine konuşulan dünyayı gösteren 'özne' ucundan çıkan iki ana sorudur bunlar. Tarihsel olarak bakıldığında başlangıçta(5) ele alınıp yanıtı verilmeye çalışılan soru 'nesne' ucundan çıkar ve felsefe tarihinin o eski bildik sorusunu sorar: Dil ile dünya arasındaki ilişiki nedir? Ancak bu sorunun yanıtını arayanlar bununla yetinmezler, bir de ikisi arasında kurdukları (ya da götürdükleri) ilişkiden bir anlam kuramı türetirler. Frege ile Russel, ilk dönem çalışmalarıyla Wittgenstein, başta Rudolph Carnap olmak üzere mantıkçı pozitivistler, günümüzde Willard van Orman Quine ile Donald Davidson bu çizgide ürün veren kişilerdir(6).


Dil kullanımında 'özne ' ucundan soruya gelince, bu 50'li yıllarda sorulmaya başlayan, dilsel davranışın nasıl bir davranış olduğu sorusudur(7). Dilin kullanım yönüne dikkat çekmesi ve dili bir insan davranışı olrak incelemenin öneminin vurgulaması bakımından ikinci dönemindeki Wittgenstein ile de ilişkilendirilebilecek bu çizgi, dil ile dünta arasındaki ilşkinin ne olduğu sorusunun yanıtını aradıkları bu sorunun bir parçası olarak görür ve dilin dünyasıyla ilişkisini, dilse davranışı yöneten kurallarının belirlediğini ileri sürer. Bu çizginin önemli bir özelliği de dilsel davranışı yöneten kuralları ortaya çıkarmaya yönelik araştırmayı, anlam sorunun çözümüm olarak görmesidir. John L. Austin ile John R. Searlebu çizgide yer alan kişilerdir. Dil felsefesiyle ortak konuları olan diğer felsefe dalı Zihin Felsefesi!dir.

29 Kasım 2014 Cumartesi

FELSEFENİN GELECEĞİ ÜZERİNE

Felsefe; gerçeklik, varlık, bilgi, değer, akıl ve akıl yürütme ile dil gibi temalara sahip sorun ve konuların incelenmesidir. Bu konuları tartışan diğer dallardan eleştirel ve sistematik yaklaşımı ile akıl yürütmeye dayalı olması açısından ayrılır. Felsefenin ortaya çıkışı insanın evreni ve kendisini açıklama ve öngörme çabalarına dayanır. Önceleri kurum olarak bilimi de ikame etmesi açısından evreni açıklayan temel bilimler de felsefenin konusudur. Daha sonra daha özgün konu ve temalara odaklandığını gözlenir. Felsefeyi günümüzde geldiği noktadan bağımsız olarak edebi bir üslupla ‘düşünmenin bilimi’ şeklinde tanımlayabiliriz. Bir başka tanımlama ile felsefenin, ilgi alanına giren konularla ilgili sorular sorma ve cevaplar üretme disiplini olduğunu da söyleyebiliriz.
Geçmişte felsefenin ilgi ve uğraşı alanı olan pek çok konunun günümüzde başta fizik (özellikle teorik fizik) olmak üzere farklı bilim dalları tarafından ele alındığını görüyoruz. İnsanlığın evren, canlı ve cansız yaşam ile insanın kendisi üzerine olan ilgisinin çeşitlenip özel bilimse dallar halinde örgütlenmesi ile felsefenin konularının da değiştiğini izliyoruz. Felsefenin yaşadığı değişim bazı durumlarda küresel olaylara da bağlı olabiliyor. Örneğin 20’nci yüzyılın ikinci yarısında gelişen pek çok felsefi akımın köklerini aynı yüzyılın ilk yarısında yaşanan büyük savaşların yarattığı olumsuz ekonomik, sosyal ve bireysel etkilenmelerde bulmak mümkündür. 1900’lerin ikinci yarısında tanınırlık bulan varoluşçuluk felsefesi, kendi sınırlarının ötesinde yaygınlık göstererek metafizik-din-inanç, drama-sinema-tiyatro, edebiyat ve psikoloji dallarını etkiledi.
Geçtiğimiz yüzyılın küresel etki yapan (‘moda yaratan’) akımlarından bir başkası analitik felsefe yaklaşımıdır. Bu akım ve farklı kolları, (19’uncu yüzyıl felsefesinden farklı olarak) büyük felsefi kurgular ve sentezler yapmak yerine varlığı ve nesneyi analiz etmeyi tercih eder. Analitik düşünmeyi geliştirici etkilerine rağmen en çok eleştirilen yönlerinden birisi de senteze karşı analizi tercih etmesidir.

DEĞİŞİM KARŞISINDA FELSEFE
Bilimsel ve teknik gelişmeler geçmişte felsefe tarafından öne sürülen bazı soruları ve cevapları ilgilenmek üzere üzerine alıyor. Filozoflar tarafından cevaplanan sorularımız günümüzde başta teorik fizik olmak üzere sosyoloji, psikoloji ve psikiyatri gibi dallar tarafından açıklanmaya çalışılıyor. Evrenin doğuşu, gelişimi ve hatta sonu hakkında teorik bilim ve disiplinler hayli mesafe aldı. Bu ve benzeri alanlarda çalışanların isimlerini filozoflarınkine oranla daha yakından tanıyor ve biliyoruz.
Konunun bilim ve teknoloji yönüne baktığımızda felsefeyi tehdit eden pek çok yeni durumun oluştuğunu görüyoruz. Genetik mühendisliği, canlı yedek parçaları üretiminden insan klonlamaya kadar olan teknolojik gücüyle bugüne kadar felsefenin hükümranlık sürdüğü pek çok alanı yeniden tanımlanmak zorunda bırakıyor. Teoloji ve etik adına felsefi söylemler bu yeni durum karşısında be olacak? İklim değişikliği, dünya kaynaklarının hızla tükenmesi ve küreselleşmenin olumsuz etkileri geleceğe yönelik olarak geçmişin savaşlarından daha farklı ama büyük tehdit kaynakları oluşturuyor. Gelişen silah teknolojileri ile birlikte insanın insanı ve diğer canlı yaşam türlerini yok etme gücü hızla yükseliyor. İzleme ve veri toplama teknolojileri sayesinde geçmişin kritik felsefi konularından birisi olan mahremiyet –insanın kendini çıplak hissedeceği– farklı bir tarafa savruluyor.
Bir başka ilginç nokta ise dünyanın ve insanlığın geldiği noktada bilgi hacmi ve çeşitliliğindeki artışın çılgınlık noktasına gelmiş olmasıdır. Bilginin çoğalması açısından bugün gördüğümüz gelişimin, buzdağının görünen ucundan çok daha azı olduğunu söylemek kehanet sayılmaz. Evren, dünya, insan, ilişkiler ve olaylara ilişkin çılgınca artan bilgiyi dikkate aldığımızda bunların tümünü kapsayacak toplam felsefeler ortaya koymak mümkün olacak mı? Giderek dil gibi kendini daha özgün ve dar alanlara yönlendiren felsefe başkaca bir gelişim rotasını mı tercih edecek? Örneğin önümüzdeki gelecekte yeni bir Hegel görecek miyiz? Yoksa felsefenin ekosistemi teknolojiyle etkileşimle yeni bir şekil mi alacak?

28 Kasım 2014 Cuma

SANAT FELSEFESİ


Duyguya indirgenebilen bağımsız bilgi dalına estetik denir. Estetik “güzel” üzerine düşünme, onun ne olduğunu açıklamadır. Estetik suje ile estetik obje arasındaki ilgiyi gösterir. Estetiğin yöneldiği şey, güzelliktir; duyusal olanın güzellik ile olan ilgisini ele alır. Güzelliğin felsefesi olarak ortaya çıkan estetik, insan tarafından yapılmış olan ya da doğada bulunan güzel şeylere yönelir; bizim güzel diye nitelediğimiz bu şeylerle ilgili tecrübelerimizde ve yargımızda söz konusu olan değerleri, tavırları ve standartları analiz eder. Estetik ile sanat felsefesi arasında bir ayırım yapmak gerekir. Estetik, doğada ve sanatta güzeli konu edinir. Estetiğin, doğa ya da sanat ayrımı yapmadan doğrudan doğruya güzelliğe yöneldiği yerde, sanat felsefesi, yalnızca sanata ve sanattaki güzelliğe yönelir. Sanat felsefesi, insanın meydana getirdiği eserleri ele alan, sanata dair yaratmaların ve zevklerin anlamını inceleyen bir felsefe dalıdır. Doğadaki güzelliği de konu edinen estetiğin bir dalı olmaktadır
Sanat felsefesi sadece sanattaki güzelle ilgilenir. Estetik hem doğadaki güzel ile hem de sanattaki güzel ile ilgilendiğinden sanat felsefesinden daha geniştir. İnsanda hoş duygular uyandıran, güneşin batışı, kıyıya vuran dalgalar estetiğin konusu olabildiği halde sanat felsefsinin konusuna girmez. Sanat değeri taşıyan bir tablo ise hem sanat felsefesinin hem de estetiğin konusuna girer. Sanat felsefesinin temel kavram ve problemleri, estetiğin de temel kavram ve problemleridir. Sanat felsefesinde, “sanatçı”, “sanat eseri”, “sanat eserini ortaya koyma etkinliği” ve “beğeni” gibi kavramlar göz önünde bulundurulmuştur. Sanatçı, sanat eserini yaratan kişidir; kendi alanına göre bazı maddeler kullanır; onlara biçim verir. Bu etkinlik sonucu bir ürün ortaya çıkar. Bu ürün beğeni taşıyorsa, sanat eseri olma özelliği kazanır. 1. Estetiğin Temel Soruları · Güzellik nedir? · Güzel olarak nitelediğimiz şeyi güzel yapan faktörler nelerdir? · Güzelllik, onu algılayan özneden bağımsız bir değer midir? · Sanat nedir? · Sanat eserine duyulan estetik tepkiyle, doğadaki güzelliğe duyulan estetik tepki arasında ne fark vardır? · Sanat eseri nasıl oluşmuştur? 2. Felsefe Açısından Sanat Felsefe açısından sanata bakıldığında, sanatın ne olduğu, sanat yapıtının nasıl oluştuğu, sanatçının yapıtını nasıl ortaya koyduğu irdelenir. Bu sorulara filozoflar farklı açıklamalar getirmişlerdir. a. Taklit Olarak Sanat Bu anlayışa göre doğanın mükemmelliği ve güzelliği vardır. Sanatçı da doğada varolan bu güzelliği eserinde taklit eder. Taklit, gerçeğine ne kadar yakınsa o kadar güzeldir. Platon ve Aristoteles sanatın taklitten ibaret olduğunu ileri sürmüşlerdir. b. Yaratma Olarak Sanat Bu anlayışa göre doğada ideal güzellik ve mükemmellik yoktur. Mükemmelliği yaratan, değişmeler dünyasında değişmeyene, ölümlülüğün dünyasında ölümsüzlüğe ulaşmaya çalışan, sanatçıdır. Eğer sanatçı çalışmalarına kendi kişiliğinin ve yaratıcı gücünün damgasını vuramamışsa, ürettiği üründe estetik değer yoktur. Bu kurama göre, doğanın ürettiklerinde ancak sanat eserlerine bir benzerlikten söz edilebilir ve sanat eseri, doğa ürünlerinden fazla birşeydir. Sanatçı, hayal gücünü ve yaratıcı yanını kullanarak doğadan aldığı izlenimleri ayıklar, birleştirir ve bir anlatıma dönüştürür. Bu anlatımın sanat eseri olması için de özgün ve tek olması gerekir. Bu görüşün temsilcisi Croce’dir. c. Oyun Olarak Sanat Bu yaklaşım, sanat ile oyun arasındaki benzerlikten dolayı bir bağ kurar. Buna göre oyun da sanat da insanı gerçek dışı bir dünyaya yöneltir. Hayal gücüne dayanır; fayda gütmeyip, bizzat kendileri için yapılan etkinliklerdir. İnsan oyun oynarken de, sanatla uğraşırken de kendisini meşgul eden problemlerden uzaktır, adeta kendisini unutur ve mutlak bir özgürlük içinde varolur. Temsilcisi Schiller’dir Schiller’in, “İnsan oynadığı sürece tam insandır” sözü, insanı gerçek özgürlüğe ancak sanat kavuşturabilir, anlamındadır. 3. Sanat Eseri Bir şeyin sanat eseri sayılabilmesi için belirli özelliklere sahip olması gerekir. · Sanat eseri doğal nesnelerden farklıdır. Doğal oluşumlar sonucunda ortaya çıkan varlıklar güzel olsalar bile, sanat eseri olamazlar. · Sanatın temel özelliklerinden biri, onun, insanın yaratıcı gücüne bağlı olmasıdır. İnsanın estetik tavır ve değeriyle yaptığı duyusal ya da düşünsel bir etkinliktir. · Sanat eseri kendisine yönelen alımlayıcı için bir değer taşır. · Sanat eseri, eşsiz, kendine özgü nitelikleriyle biriciktir. Çünkü sanatçı, eserini ortaya koyma sürecindeki duygularını bir kez yaşayabilir; yineleyemez. Mehmet Akif, İstiklal marşını yazarken yaşadığı duygularını bir defalık yaşamıştır. Bu nedenle “İstiklal marşını tekrar ben bile yazamam” demiştir. Buna göre seri olarak üretilen nesneler sanat eseri olarak nitelenemezler. · Sanat eserinin estetik haz ve heyecan vermesinin dışında bir amacı yoktur. Pratik amaçlarla kullanılmak için oluşturulmuş nesneler sanat eseri olarak nitelenemezler. 4. Estetiğin Temel Kavramları Güzellik Problemi Güzellik, hemen her filozofta farklı biçimde tanımlanmıştır. Platon, güzelliği bir idea olarak görür. Platon’a göre sanat, güzel ideasını taklit etme olduğundan, yapılan eser ne kadar ideaya yaklaşırsa o oranda güzel olur. Aristoteles’e göre güzellik ahenktir, düzendir, sınırdır. İnsanın algı sınırlarını ve kavrayış gücünü aşan çok büyük bir şey, güzel olamaz. Plotinos’a göre güzellik, Tanrısal aklın evrendeki ışımasıdır. Madde, Tanrısal akıldan (İdeadan) pay almazsa çirkindir. Hegel’e göre güzellik, Mutlak Ruh’un duyularla kavranabilen görünüşleridir. Yani her şeyin ilkesi olan İdea’nın duyulara görünüşüdür. Kant’a göre güzel, çıkar gözetmeksizin hoşlanmanın nesnesidir. Güzellikte, pratik amaç gütmeyen bir düzen vardır. Güzellik problemi, doğada ve sanatta güzelin ne olduğu problemi ile iç içedir. Sanat felsefesinin konusu, sanattaki güzelliktir. Bir kısım filozoflar “Doğa, sanatı taklit ediyor” (Oscar Wilde), “Biz romantik olduktan sonra dağlar güzelleşti” (Delacroix) gibi sözleriyle sanat güzelliğinin bizi doğayı kavramaya götürdüğünü belirtirler. 5. Estetiğin Temel Sorunlarına Yaklaşımlar a. Estetik Yargıların Yapısı Estetik yargılar, dini, bilimsel ve ahlaki yargılardan farklılar gösterir. Dini yargıların inançla ilgili olduğu, ahlaki yargıların eylemlerle ilgili olduğu yerde, estetik yargılar “güzel” ya da “çirkin” diye nitelenen bir varlıkla ilgili beğeni yargılarıdır. Bilimsel yargıların objektif bir niteliği olduğu yerde estetik yargılar özneldir; İnsanlara göre değişir. b. Ortak Estetik Yargıların Olup Olmadığı Acaba sanat eseri güzel değerini kendisinde mi taşır; yoksa güzellik, bizim ona yüklediğimiz bir şey midir? Bu konuda iki karşıt görüş vardır: Biri nesnelci görüş, diğeri öznelci görüş. Nesnelci görüşe göre, eser, güzellik değerini kendisinde taşır. Güzellik insandan bağımsız olarak vardır. Bir nesne güzel ise, insan onu alımlasa da alımlamasa da güzel olmaya devam eder. Bu görüşte olanlar, ortak estetik yargıların varlığını kabul ederler. Öznelci görüş, insandan bağımsız bir estetik değerin olamayacağını savunur. Bu görüştekilere göre bir eser, değerini, insanda uyandırdığı duygulardan, estetik yaşantıdan alır. Yoksa eser kendi başına estetik bir değer taşımaz. Dolayısıyla bu görüştekilere göre ortak estetik yargılar olamaz. ba. Ortak Estetik Yargıların Varlığını Reddedenler Her insanın kendine göre bir beğenisi vardır. Tüm insanlarda beğeninin ölçüsü olabilecek bir kural, bir ilke yoktur. Her beğeni aynı derecede geçerlidir. Biri sanat müziğini beğenirken, başkası pop müziğini beğenebilmektedir. Her sanat eseri, sanatçının kendi öz benliğinden kaynaklandığı için, sanatçının ruhunda oluşan estetik beğeni hakkında herkesin kabul edeceği genel geçer yargılara varılamaz. Bireyler, sanatçıların eserlerinden kendi ruhsal yapılarına göre farklı izlenimler alırlar ve farklı senteze ulaşırlar. Bu görüşün önemli temsilcisi Croce’dir. bb. Ortak Estetik Yargıların Varlığını Kabul Edenler Bu anlayışa göre güzellik, bütün nesnelerde farklı derecelerde bulunmaktadır; bu bireyin kişisel deneyimlerinden, alışkanlıklarından, tercihlerinden bağımsız olarak vardır. Örneğin Selimiye Camisi, dünyada hiçbir insan kalmasa da yine güzellik değerini taşıyacaktır. Platon: Güzel, bir idea olarak gerçekten vardır. İdealar, diğer özellikleri yanında kendinden güzeldir. Asıl güzellik, hiçbir zaman değişmeyen gerçeklik olan güzellik ideasıdır. Akıl sahibi her varlık için güzel ideası ortaktır. Çünkü o akılla kavranır. Aristoteles: Güzellik, uyum, oran ve ölçülülüğün kaynaştığı bütündür. Hegel: Güzellik, Mutlak ruhun duyulur nesnelerde görünür hale gelmesidir. Kant: Güzellik, nesnenin taşıdığı bir değerdir. İnsanlar hoşlarına giden ya da gitmeyen bir şeyi duygularına göre değerlendirirler. Estetik yargı beğeni duygusuna dayanır. Ona göre bu beğeni duygusu her insanda bulunan ortak beğeniyle açıklanır. Kant’a göre bir insan sanat eseri karşısında, “Bu güzeldir” derken, diğer insanların da onu güzel bulmasını ister. “Bir şiire güzel diyorsam, herkesin onu güzel bulmasını beklerim” der. Güzel beğenisi, çıkarsız bir hazdır. İnsanlar çıkar gözetmeden bir nesneye yöneldiğinde aynı güzelliği görecektir


27 Kasım 2014 Perşembe

DÜŞÜNME SANATI VE MUTLULUK

Düşünme sanatı olan ‘felsefenin’ etimolojik olarak kökeni,  Eski Yunanca’da ‘bilgelik arayışı ve bilgiyi sevmek’ anlamına gelen ‘philosophia’  sözcüğüne dayanır.  ‘Phile’ sevgi, ‘Sophia’ bilgi, bilmek demektir. Filozof ise ‘bilgelik’ mertebesine erişmiş kişi olarak, insan yaşamında fark yaratan özgün düşünceleri ve söylemleri olan ve ürettiği yeni bilgiler için tanımlar koyan kişidir.
Felsefe Dünyası
Felsefe Dünyası
İnsanı, evreni ve değerleri anlamaya çalışan filozofların belki de en çok kafa yorduğu konulardan birisi insan ve onun mutluluğu elde etme uğraşıdır.
Her insan kendi gemisinin kaptanı olarak, sahip olduğu felsefenin pusulasıyla bulduğu yolda bir çeşit hikmet sahibi midir? Hayatı yaşarken ve mutluluğu ararken ‘kendi pusulam en büyük yol gösterenimdir’ diyebilmek özgürlük müdür?  Yaşayarak öğrenmek ve deneyimlerden akılcı yol haritaları çıkarmak insana yakışan bir tavırdır. Ancak mutluluğu aradığımız bu uzun süreçte, yolumuzu kaybettiğimiz zamanlar da olur. Işıkların söndüğü ve karanlıkta kaldığımız bu zamanlarda  insanlık tarihine yön veren filozofların ayak izlerini takip etmek çoğu zaman iyi gelir. Mutluluğu elde etmenin kanıtlanmış bir formülü yoktur, ancak hepimizin bununla ilgili hisleri, öngörüleri ve belki zamanla oluşturduğu reçeteleri  vardır. Peki, insanlık tarihini derinden etkileyen ve bilgelik mertebesine ulaşmış olan  filozofların  bu konudaki düşünceleri nelerdir ?
Yunanlı Socrates’e  (M.Ö 469- 399) ‘Nerelisin?’ diye sorulduğu zaman ‘Dünyalıyım’ der.  Hayata karşı onu anlayacak kadar mesafeli ama sırrına erecek kadar ustasıdır. ‘Hayattan uzaklaştığımız ölçüde gerçeğe yaklaşırız.’ der. Önemli olanın aurasına ya da mutlak olanın aldatıcı cazibesine kapılarak, güç sahibi insanların mutlaka haklı olduğu varsayımının sorgulanması gerektiğini savunur.  Mantıklı düşünmeyi bilen sürüden ayrılmaya ve özgür olmaya cesaret edendir. Uygitsinci olmayan, inandıkları uğruna başkaldıran kişi özgüven sahibidir. Socrates döneminin erk sahibi devlet adamlarına ve aristokratlarına neden hayatı bu şekilde yaşadıklarını sormuş ve tatmin edici hiçbir yanıt alamamıştır. Ona göre herkes düşünme sorumluluğuna sahiptir.  Felsefe hayatın içindedir. Çıplak ayak gezen, alçakgönüllü, filozof Socrates, gençleri düşünmeye sevk ettiği için yargılandığı mahkemede ölüme mahkum edilmiştir. Zehir içirilerek öldürülen filozof fikirleriyle dünyayı etkilemiştir. ‘Sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değmez’ derken erdemli bir yaşam sürmenin ve mutlu olmanın ipuçlarını vermiştir.
Helenistik felsefenin önemli düşünürlerinden olan Epikür (MÖ 341-270) felsefesinin temel amacı mutluluğa ulaşmaktır. Epiküryen felsefesi kimilerince sadece hayattan zevk almak şeklinde yanlış yorumlanmaktadır. Onun felsefesinin temelinde, hayattan zevk alma isteğinin bir suç unsuru olarak görülmemesi gerektiği görüşü vardır. Hayattan zevk alma isteği onu en iyi şekilde yaşamak sorumluğunu beraberinde getirir. Basit bir hayat süren Epikür’e göre ‘Parayla satın alınan değerler mutluluk getirmez. Genelde istediklerimiz ihtiyaç duyduklarımız değildir. Mutluluğun sırrı basittir.  Gerçek arkadaşlık en önemli mutluluk kaynağıdır.  Ne yediğin içtiğin değil, bunu kiminle yaptığın önemlidir.  Özgürlük olmak ve kendi kendine yetecek kadar ekonomik güce sahip olmak değerlidir. Bir de hayatı analiz etmek gerekir. Böylece endişe ve üzüntü kaynağı anlaşılabilir.’ 2000 yıl önce yaşayan Epikür bugün hayatta olsaydı, bize sürekli hayatımızda nelerin eksik olduğunu hatırlatan ve mutlu olmak için alışverişe sevk eden reklamlar için ne derdi acaba? Muhtemelen, araba satarken özgürlük kavramını pazarlayan sloganlara güler,  ‘Mühür balmumunda nasıl iz bırakırsa, eşya da insanda öyle iz bırakır’ derdi.
Fransız filozof ve yazar Montaigne (1533-1592) kişinin mutsuz olmasının üç nedeni – cinsel yetersizlik, sosyal normlara göre yaşamak konusunda yetersizlik ve entelektüel olarak aşağılık kompleksi duymak- olduğuna karar vermiştir. Bilgi yerine bilgeliğin ödüllendirilmesini gerektiğini düşünen Montaigne 38 yaşında yaşadığı şaşalı hayattan uzaklaşıp, diğer filozofların değinmediği yönüyle hayatı anlatan denemeler yazmıştır. Samimi bir dille etrafımızı saran rol modellerin baskısından bahsetmiş,  kendi hayatını sıradanlaştırarak ayağı yere basan örnekler vermiştir. ‘Bilgelik akıldan üstündür, bunun için okullar bitirmek, zengin olmak şart değil’ der.
Büyük düşünür Friedrich Nietzsche’ye göre mutluluk acı ve zorluk çekilerek elde edilebilir. Bu uğurda bozguna uğramak iyidir. Değerli olana ulaşmak için çok çaba göstermek gerekir. 24 yaşında  profesör olan, 35 yaşında emekli edilen Nietsche’nin hayatı sıkıntılarla geçmiştir. Hayattayken yazdığı kitapların çoğu  okunmayan, sağlığını yitiren, kariyeri gibi aşk hayatında da mutluluğu yakalayamayan Nietsche kendini felsefeye vermiştir. ‘Olduğumuz ve olmak istediğimiz arasındaki uçurumdan ötürü acı ve zorluk çekiyoruz’ diyen filozofa göre mutluluğu elde etmek için başarısızlığı nasıl karşıladığımız ve bununla ne yaptığımız önemlidir.  Başka bir deyişle, ‘Öldürmeyen darbe yüceltir’ der.

FELSEFE İLE AHLAK İLİŞKİSİ

Ahlâk felsefesi, insan eylemlerini ve bu eylemlerin dayandığı ilkeleri konu alan felsefe dalıdır. Buna göre ahlâk felsefesi, ahlâk alanında hakim olan ilkeleri, “iyi” ve “kötü” nün ne olduğunu, ahlâklılığın ne anlama geldiğini ele alır. Ahlâklılığın ne olduğu üzerinde durur; özünü ve temellerini araştırır. İnsanın davranışlarında özgür olup olmadığını sorgular. Hangi eylemlerin ahlâklı olabileceğini irdeler. Bunlar için bir takım ölçütler koyar. Kısacası ahlâk felsefesi, ahlâk hayatı üzerinde sistemli bir biçimde düşünme ve soruşturmadır. Her bilgi dalının kendine özgü kavramları ve özel terimleri vardır. Ahlâk felsefesinin de “iyi”, “kötü”, “özgürlük”, “erdem”, “sorumluluk”, “vicdan”, “ahlâk yasası”, “ahlâki karar”, “ahlâki eylem” olarak belirlenen kavramları vardır. Şimdi bu kavramların neyi anlattığını kısaca belirtelim. 1. Ahlak Felsefesinin Temel Kavramları İyi: Ahlâk açısından yapılması uygun olan, iradenin yapılmasına özgürce karar verdiği eylemlerdir. Kötü: Ahlâk yasası açısından yapılması uygun olmayan eylemlerdir. Özgürlük: İradeyi kullanarak istediğini yapabilme halidir. Erdem: İradenin cesaret, cömertlik, bilgelik gibi iyiyi yapmaya yönelmesidir. Sorumluluk: İnsanın bilerek ve iradeli olarak yaptığı bir işin, bir davranışın sonuçlarını kabullenmesidir. Vicdan: İyi ile kötüyü birbirinden ayırabilme gücüdür. (Bireyin, kendi tutum ve eylemlerini değerlendirme yetisi.) Ahlâk yasası: Uyulması ahlâk açısından gerekli ve geçerli olan kurallardır. Bu kurallar kişinin ne yapması, ne yapmaması, davranışlarının nasıl olması gerektiğini gösterirler. Ahlâki karar: Kişinin, ahlâk yasalarına kendi hür iradesi ile uymasıdır. Bu uyma dışardan herhangi bir zorlama ile değil, bireyin kendi isteğiyle olmalıdır. Ahlâki eylem: Ahlâk kurallarına uygun ve iradeli olarak bir şeyi yapmaktır. 2. Ahlâk Felsefesinin Temel Soruları a. Ahlaki eylemin bir amacı var mıdır? Bu soruya filozoflar farklı cevaplar vermişlerdir. Ahlâkın amacını mutluluk - haz olarak açıklayan filozoflardan Epiküros’a göre mutluluk; yaşamdan “haz” alabilmektir. Haz, en yüksek iyidir. Ancak bu haz duyusal bir haz olmayıp, bedenin acılardan uzak olması, ruhun huzura kavuşmasıdır. “Fayda”yı ileri süren filozoflara göre mutluluk, insanın tutkularına engel olması, toplumun çıkarının kişisel çıkarlardan üstün tutulmasıdır. Kant’a göre ise ahlâki eylemin amacı mutluluk değil “ödev” olmalıdır. Ödev, iyiyi istemedir. Bunun gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi önemli değildir. b. İnsan ahlâki eylemde bulunurken özgür müdür? Bazı filozoflar bu soruya birbirine karşıt iki cevap vermişlerdir. Bu cevaplar determinizm ve indeterminizm olarak iki grupta incelenebilmektedir. Otodeterminizm bu iki görüşü uzlaştıran üçüncü bir görüş olarak ortaya çıkmıştır. İnsanın eylemlerinde özgür olduğunu ya da olmadığını savunanlar kendilerine göre psikolojik, sosyal, ahlâki ve hukuki kanıtlar ileri sürmektedirler. Eylemlerin özgür olduğunu (indeterminizm) savunan filozoflar, kişinin kararlarında tamamen özgür olduğunu ileri sürerler ve özgürlük için sınır tanımazlar. Eylemlerin özgür olmadığını (determinizm) savunanlar ise herşeyin önceden belirlenmiş olduğuna, insanın önceden belirlenmiş olanları hiçbir şekilde değiştiremeyeceğine inanırlar. Bunlara göre insan, rüzgarın önündeki yaprak gibidir. İrade içten ve dıştan gelen etkenler tarafından belirlenir. İnsan karar alırken içinde bulunduğu koşulların etkisindedir. Bu koşullar serbest karar vermeyi önler. Ahlaki eylemlerin özgürlüğü konusunda bir başka yaklaşım, otodeterminizm (ahlaksal özerklik)tir. Bu yaklaşım, kişinin kendi ahlaki değerlerini oluşturabilme ve bu değerlere uyabilme özgürlüğünü varsayar. Burada kişinin bilinçli tercihleri öne çıkar. Bir bakıma determinizm ile indeterminizmi uzlaştırır. c. İnsan Neye Karşı Ahlaklıdır? Bu soruya bağlı olarak dört tür ahlaktan söz edilebilir: · Dine karşı ahlak: Dinin belirlediği kurallara uymak esastır. Kutsallara saygılı olmak gibi. · Doğaya karşı ahlak: İnsanın doğaya tepkilerinde kendini gösterir. Doğal varlıkları korumak gibi. · Bireysel ahlak: Bireylerin kendi öz güvenine karşı bakışında söz konusudur. Kimsenin haberi olmadığı halde çektiği kopya için, “kendimden utanıyorum” diyen birinin bu ifadesi, kendine karşı ahlaki durumunu ifade etmektedir. · Toplumsal ahlak: İnsanın diğer insanlarla ilişkilerinde ortaya çıkar. Başkalarının iyi niyetini kötüye kullanmada olduğu gibi. d. Ahlakın Kaynağı nedir? Bu konuda farklı görüşler vardır. · Ahlakın, dünyanın bir parçası olduğunu söyleyenler vardır. · Ahlakın doğa üstü bir varlıktan, örneğin dinden kaynaklandığını ileri sürenler vardır. · Ahlakı, insan zihninin bir ürünü sayanlar vardır. e. Ahlak Yargısını Diğer Yargı Türlerinden Ayıran Özellikler Nelerdir? · Ahlak yargıları, yapılması istenen bir eylemi bildirirler. Bunlar yaşama yönelik, olması gerekeni belirten yargılardır. · Ahlak yargıları değer içerdiğinden özneldir. “İyi” ve “kötü” gibi değerler ortaya koyarlar. · Ahlak yargıları değişkendir. Zamana ve mekana göre değişir. Herkes için değişmez yasalar ortaya koymaz. · Ahlak yargıları normatif (kural koyucu)dir. Yapılması ya da yapılmaması gerekeni belirtir. “Yalan söylemek kötüdür” gibi.

ETİK VE FELSEFE

Etik veya en yalın tanımıyla töre bilimi. Etik terimi Yunanca ethos yâni "töre" sözcüğünden türemiştir. Değerler felsefesinin Aksiyoloji dalı olan etik, felsefenin üç ana dalından biridir: varlık, bilgi ve değer. Doğru davranışı, yanlış davranıştan ayırabilmek amacıyla ahlâk kavramının doğasını anlamaya çalışır. Etiğin batı geleneği zaman zaman ahlâk felsefesi olarak da anılmıştır. Türkçe "ahlak felsefesi" olarak da anıldığı olmuştur. Ayrıca Türkçe'de etik sözcüğü yanlış biçimde ahlâk sözcüğüyle eş anlamlı olarak da kullanılır. Etik ile ahlak arasındaki en temel fark, ahlakın toplumsal değerlere dayanırken etiğin evrensel insani değerlere dayanmasıdır.
Halkın kendi kendine oluşturduğu, hiçbir yazılı metine dayanmayan kanunlara "etik ilkeler" denir. İnsan davranışının etik temelleri her sosyal bilime yansır: antropolojide bir kültürün bir diğeriyle ilişkilendirilmesinde yer alan karmaşıklıklar yüzünden, ekonomide kıt kaynakların paylaştırılmasını içerdiği için, politika biliminde (siyaset bilimi) gücün tahsisindeki rolü nedeniyle, sosyolojide grupların dinamiklerinin köklerindeki yeri itibariyle, hukukta etik yapıların ilke ve kanunsallaştırılması nedeniyle, kriminolojide etik davranışı öven etik olmayan davranışı kötüleyen hali ve psikolojide de etik olmayan davranışı tanımlayış, anlayış ve tedavi edici rolüyle mevcuttur.
Etik sosyal bilimler dışında kalan çeşitli bilim dallarına da yayılmıştır. Örneğin biyolojide biyoetik adıyla, ekolojide ise çevresel etik adıyla önemli bir yer teşkil eder.
Analitik felsefede, etik geleneksel olarak üç ana alana ayrılır: Meta-etik, normatif etik ve uygulamalı etik. Etik ve ahlak arasındaki bir farktan bahsetmek gerekir. Etik daha çok ahlak üzerinde konuşur, sorgular, tartışır, düşünür, yargılar. Ahlak yöresel, Etik ise evrenseldir. Etik, evrensel kabul gören kurallardır.

24 Kasım 2014 Pazartesi

FELSEFE VE ERDEM İLİŞKİSİ

Erdem veya fazilet kavramı, felsefe tarihinin başlangıcından beri yer alır. "İnsanın ve yaşamın anlamı nedir?" sorusuna verilen felsefi cevap başlangıçta "erdemli olmak" olarak belirtilmiştir. Örneğin mutluluk yaşamın temel amacıdır ve mutluluğa ulaşmanın yolu erdemli olmaktan geçer. Bu düşünceye göre erdemli olmaksa ancak bilgi sahibi olmakla mümkündür.
SokratesPlatonAristoteles felsefi etkinliklerinin önemli bir bölümünü erdem konusu üzerine yürütürler. Mutluluk ve erdem birbirleriyle ilintili iki önemli kavram olarak ele alınır.Sokrates yaşamın ve dolayısıyla ahlaksal eylemlerin amacının mutluluk olduğunu belirtirken, bunun bilgi ile mümkün oduğunu ileri sürer. Dolayısıyla erdemli olmak bilgi sahibi olmakla olanaklıdır ve bu da mutluluk sağlayacaktır. Kıbrıslı Zenon, mutluluk için erdemli olmayı yeter şart olarak ileri sürdüğünde bu düşünceyi açıkca belirtir. Benzer şekilde yaşamın temeline acıdan sakınmayı ve mutlu olmayı koyan Epikurosculuk da, başka bir açıdan böyle bir temel ilkeye dayanır: "komşun farkına vardığında utanacağın bir şey yapma". Bu yaklaşım, erdemli olmayı, mutluluğun temeline bu şekilde yerleştirir. Bilgi insanı erdemli yapar buna göre, çünkü ahlaki anlamda doğru davranmayı sağlayacak olan şey bilgidir.
Daha sonraları giderek ahlak felsefesinin kavramlarından biri olarak yer edinmiştir. Buna göre erdem, hangi davranışların insanca ya da kabul edilir olduğunu belirten bir kavramdır. Ahlaki doğruluk erdemli olmakla bir anlamda tutulur bu anlamda. Bu genel tanımın ötesinde ahlak felsefeleri farklı şekillerde bir erdem anlayışı geliştirmişlerdir. İyi-kötü, doğru-yanlış kavramlarında görülen topluma, yere, zamana göre farklılıklar, beraberinde erdem kavramının da farklı şekillerde düşünülüp anlaşılmasını getirmiştir. Birçok filozof erdemi bu anlamda felsefenin merkezine yerleştirmiştir. Buna göre erdem, istenç ya da iradenin ahlaksal iyiye yönelmesidir.
Sokrates'e göre erdem her insana öğretilebilir ancak her insanda aynı oranda zuhur etmez.
"Erdem insandan insana ve toplumdan topluma farklılıklar gösterebilir ama önemli olan bir arada yaşayarak daha doğrusu iletişime geçerek Erdemi paylaşarak çoğaltmaktır."