20 Kasım 2014 Perşembe

FELSEFİ ANTROPOLOJİ

Felsefi antropoloji, genel olarak insanbilim ya da antropoloji olarak bilinen disiplinin ekseninde tanımlanan bir felsefe etkinligidir. İnsanin özü ve bunun belrli ir somut yaşam içinde gerçekleştirilmek üzere kuruluşu ya da oluşturulması üzerine felsefi ve kuramsal etkinlikler ve ögretiler bu alana girer. İlk biçimleri Kant'a ve Herder'e kadar uzanmaktadır.19. yüzyıl felsefesi içinde de etkisi görülür. 20. yüzyıl felsefesinde ise Max SchelerWilliam JamesJohn Dewey felsefi antropolijinin önemli isimleridir. Bu felsefe tutumu, bir yandan bilimlerin geliştirdiği bilgilerden yararlanarak belirgin bir insan fikrini şekillendirmeye çalışırken, bir yandan da doğa bilimleri ile insan bilimleri ya da tin bilimlerinin sonuçlarını bağlantılandırmaya çaba gösterir. Bütün bunlar insan varlığının temel niteliğini ya da özünü kavramaya ve daha da ötesi bu varlığın anlamını metafizik yönden değerlendirmeye yönelik bir ilginin ögelerini meydana getiri. Bu felsefe tututmu, genel anlamda insan varlığının bir felsefesi olmak iddiasıyla ortaya çıkar.

İnsan, canlılar dünyası içinde olaganüstü, tamamen özel bir varlıktır. Bu, her şeyden önce, onun kendi dogasını sorgulayan ve kendisini tartışma konusu yapan bir varlık olması olgusunda kendisini gösterir. İnsan, bir yandan diger hayvanlar gibi bir hayvandır.  Memelilerin bütün biyolojik özelliklerine sahiptir. Onların evrimlerinin -hiç olmazsa şimdilik- son aşamasını temsil eder. Ama öte yandan bütün hayvanlardan -ve anlaşıldıgına göre ta baştan bu yana- köklü bir biçimde ayrılır. O, teknisyen, alet yapan bir hayvandır: Bu (belki birkaç yüz bin yıl öncesine geri giden) eski paleolitik dönemin kaba bir biçimde yontulmuş (bıçak olarak kullanılan) iri çakmak taşlarından çagdaş sanayiinin en son zamanlarındaki harikalarına kadar insan türünün evrensel bir göstergesidir. O, konuşan, işaretler yapan bir hayvandır. Bütün ilkel toplulukların (Örnegin Avustralya’da yontma taş devrinde donup kalmış olan yerli topluluklar vardır) bir dili vardır. Tarih öncesi insanlar magaralarının duvarları üstünde bize desenler, resimler bırakmışlardır. O, kurallara itaat eden, izin verilenle yasaklanan şey arasında ayrım yapan toplumsal bir hayvandır.

Öte yandan bu üçlü özelligin, insanla hayvan arasında kesin bir kesinti meydana getiremeyecegi de dogrudur. Teknik, dil, ortama uymanın mükemmelleşmiş araçlarından başka bir şey degildirler; onlar hayatın hizmetinde olan araçlardır. Sonuçta hayvanlar aletler yapmasalar da onları kullanmaktadırlar (Şempanzeler büyük bir ustalıkla degnekten yararlanmaktadırlar). Arılar, özel "danslar"la yiyeceklerin bulundugu yönü işaret ederek kendi aralarında iletişimde bulunuyor gibi görünmektedirler. Arılar, karıncalar, beyaz karıncalar insanlar gibi örgütlenmiş toplumlarda yaşamaktadırlar. Bununla birlikte toplumsal kuralın hayvanlar dünyasında dogal bir yasa olmasına karşılık (O, içgüdüsel bir zorunlulukla kendini kabul ettirir gibi görünmektedir) ister Bergson’un düşündügü gibi bencil zekanın toplumsal içgüdünün talebine karşı çıkmasından ötürü olsun, ister insani kuralların bir başka kaynaga sahip olmalarından olsun, kuralların sürekli olarak ihlal edildigi insan toplumlarında durum farklıdır.

Ancak insanla hayvan arasındaki temel fark, bize göre, başka bir yerde yatmaktadır: İnsan, çıkar gütmeyen davranışlarda bulunabilmesi bakımından biyolojik bir varlık olmaktan çıkmaktadır. Anatole France, "Bay Bergeret’nin köpegi yenebilir olmayan gögün mavisine hiçbir zaman bakmazdı" diye yazmıştır. Bilimlerin kaynagını teknikte, güzel sanatların kaynagını büyü pratiklerinde aramamız gerekse bile tarihin belli bir anında bilim ve sanat kendilerini dogurmuş olan biyolojik ihtiyaçlardan sıyrılmışlardır. Sanatın her türlü faydacı kaygının dışında güzeli hedeflemesine paralel olarak, bilim de dogrunun araştırılması olmuştur. Böylece insan bize biyolojik bir organizma olarak görünmekten çıkmakta, kendini bir ruh olarak ortaya koymaktadır. Çıkar gütmeyen bilgiye sahip olabilen insan, dünyada çıkar gütmeyen bir sevgi gösterebilen de tek varlıktır. Bütün memelilerin dişisi şüphesiz çocuklarına sevgi göstermektedir, cinsel çekicilik bütün türlerde mevcuttur. Ama insan dünya üzerinde ailesel veya cinsel, içgüdüsel duyguların sınırlı alanı dışında özgecil bir davranış, saf bir sevgi davranışı göstermeye muktedir tek varlıktır. Ölmekte olan düşmanına su veren asker, yaralı bir kuşu yerden kaldıran ve eli içinde ısıtan yoldan geçen biri, biyolojik olarak tasavvur edilmesi mümkün olmayan eylemler yapmaktadırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder